Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Kaçmanın Dayanılmaz Hafifliği

 Yazmaya başladığım ilk zamanı hatırlıyorum. Benim için oldukça büyük olan bu kaçış zaman içinde tanımlayamadığım ve kelimelerle ifade edemediğim bir şeye dönüştü. Ürün açıklaması gibi sözcüklerimi anlamsızca ard arda sıralayamazdım tabi ki ama yan yana geldiklerinde de ifade eksikliği doğuyordu.  O zamanlar annemden, babamdan, koca bir aileden kaçarken, şimdi bu kaçışın tek bir insana sirayet etmesi kadar aptalca bişey olamazdı. Önüne geçemedim. Kaçtığım her şeyin yerine koyduğum tek bir insanın bu eksikliğe ve aptallığa sebep olmasını aklım almıyor genel olarak. Bu benim suçum gibi hissediyorum çoğu zaman. Annem her zaman insanları çok sevdiğim ve sarılarak sevgimi gösterdiğim için kızardı. O kadar haklıymış ki sevgimin hiçbir insanda bir karşılığı olmadığını kollarımın arası boş kalınca anladım.  Büyüyünce her şey çok farklı bir hale bürünüyormuş ve ben bunu çok geç fark ettim. Ne kadar akıllandığım konusunda kendimle hala ortak bir paydada buluşabilmiş değilim. İnsan akıllandığını
En son yayınlar

Çalılara Takılan Hayatlar

Hayatın bunca kaosuna terk edilmiş olmayı tabi ki dilemezdim ama hiçbir şey düşündüğüm ve istediğim gibi gitmedi. Öyle ki gitmeyecek de.  Paranın ve işin, sevgiye tercih edildiği bir hayatın içinde nefes alıyor olmak canımı ne kadar yakıyor bilemezsiniz. Yokların içinden var etmeye çalıştığım bunca hayat planı, yerini bulamayan kocaman bir sevgi ve başkalarının değer yargıları arasına sıkıştırılmış değer sorunsalı. Nedendir bilinmez başkalarının düşünceleri arasında kaybolmaya can atan insanoğlu, bu düşünceler çerçevesinde hayatını idame ettirmeyi öğreniyor ama kendi kararlarını verebilmeyi ve verdiği kararlarla mutlu olmayı beceremiyor.  İnsanoğlunun insiyatifine bırakılan bu hayatlar ne yazık ki yaşam telaşı içerisinde bölünmeye uğruyor. İş, aile, para, birliktelikler, akadaşlıklar... İstiyoruz ki hayatımız parçalansın ama bütün parçalar bizde kalsın. Peki sonra? Bir araya getirilemediği zamanda elinizde avucunuzda kalan şeyler sadece birbirinden kopmuş parçalar oluyor. Sonra canınız

Olabilir Böyle Şeyler

 Yazmayı bırakım. Diğer her şeyi bıraktığım gibi. Büyüdükçe fark ettim ki çoğu kelimenin içi zaman içinde boşalmış. Söylenicek o kadar çok şey varken kurulacak bütün cümleler yutulmuş.  Sarıldığım yorganın kişisel bir vageçişle birleştiği noktalarda büyük bir depresyonun başladığını fark etmeliydim. Ruhuma yansıyan bu yorgunluğun, bitmişlik hissinin dışa vurumuydu bu. Yarım bırakılan kahveler, yarısı dolu pizza kutuları, içi boş çikolata paketleri, evde üst üste yığılan düşünce dağınıklığı... Bunlar ve daha fazlası fiziksel sonuçlarıydı. Güçlü sandığım, altından kalkabileceğimi düşündüğüm bütün duyguları ruhum geri bırakıyordu sanki.  Verandanın kapısında durmuş ağaç dallarından kulaklarıma ve kalbime nota basan yaprakların çıkardığı sesleri dinliyorum. Öyle ya iç sesimi bastırsın diye biri sesi daha da açsın diye bekliyorum. Duymadığım, hissettmediğim şeylerin yok olacağına inandığımdan bekliyorum. Kendi kendime susturamadım hiç. Biri gelsin de o seslerin hepsini sustursun diye bekled

Yeni Dünyaya İçin Atılam İlk Adımlara

Kalabalıkların içinde mutlu olduğumuzu düşündren neydi bize? Yalnızlık hissinin zamansal olarak yok olması mı? Yoksa unutkanlığa olan açlığımızı tetikleyen her hangi bir etken mi?  Sevginin her şeyi unutturduğu, aynı zamanda unuttuğumuz bir çok şeyi tekrar gün yüzüne çıkardığı gerçeğini kim yoksayabilirdi? Aslında ihtiyacımız olan kalabalıklar değil. Bizi, içinde yaşadığımız koca yalnızlıktan çıkaracak şey tek bir insan. Doğru insan betimlemesinin hayattaki karşılığı ne yazık ki terimlerin açıklamaları kadar kolay yer bulmuyor hayatımızda.  Hissedebildiğimiz, varlığından sadece bedensel değil de mental olarak da huzur bulabildiğimiz, düşüncenin başka bir bedene su gibi aktığı ve okyanusa karışır gibi karıştığı, anlayışın, hoşgörünün ve saygının bir insan formunda yer bulmasıyla yalnızlığımızdan kurtuluyoruz.  Devam eden günlerin ardından alelade bir güne uyanıyorum. En azından sabahın göz bebeklerimi boğduğu karanlık bir maviye uyandığımı düşünüyorum. Günümün, hatta bundan sonraki haya

Yakışmaz mıydık Gökyüzüne?

 Uzun süredir bazı öfke problemleri yaşadığımı fark ettim. Oldukça çabuk sinirleniyor ve sinirlendikçe kafamın içinde duvarlarda bir şeyler parçaladığımı hayal ediyorum. Ve ne yazık ki sakinleşemiyorum. Bedenemin, ruhumun bu kadar dolu olması çok yorgun hissettiriyor. Sabırlı bi insan hiç olmadım belki ama çocukluğumdan beri sakindim. Büyüdükçe tahammül sınırlarımın fazlasıyla azalmasından mı yoksa insanların üzerimde yarttığı etkilerden mi bu yıpranma payı kestiremiyorum. Kendime kahve yapmak bile gelmiyor içimden. Yağmur yağdıktan sonra pencerede kalan yağmur damlalarını sayıyorum. Boşlukta kaybolmuş gibi hissediyorum. Yön bilgisini ve hakimiyetini kaybetmiş bir araba gibi yol nereye giderse oraya doğru devam ediyorum.  Hayatın içinde kendi akışımda değil de bilmediğim birinin akışında gibiyim. Müdahale etmeye kalktıkça, yön vermeye çalıştıkça daha karışıyor her şey. Dokunma ve eleştirel payı bulunmayan yargılarla, hislerle yaşıyorum sanki.  İnsan ilişkilerinin bozulduğu, insanın baş

Paralel Evrenlerde Kararsızlık

Bu zamana kadar sahip olamadığım şeyleri mi sevdim yoksa sevdiğim şeylere mi sahip olamadım bilmiyorum. Bunu zaman içinde anlamaya çalışırken fark ettim ki zaman herkes ve her şey için akıyormuş. Kaybettiğim şey aslında zamanmış. Her şeyi sindirebilirdim belki ama zamansal problemlerin yarattığı duygusal tahribatlarla başa çıkamıyorum. Sabah uyanır uyanmaz kendimi ödüllendirmek adına kahve yapıyorum. Hava dünden daha soğuk. Gökyüzü grinin ve mavinin en bunaltıcı yönlerini almış kendine. Dün geceden kalan playlist, sarhoş bir insanı andırarak sabahın ilk ışıklarında dahi çalmaya devam ediyor. Üstümdekilere bakmaksızın evin verandasına adım atıyorum. Soğuk kollarımı ısırıyor sanki. Yüzüme çarpan rüzgar, ormanda çekilen kaçış sahnelerini hatırlatıyor. Hissediyorum, üşüyorum, iliklerime kadar çarpıyor ama ne var ki aldırış edesim gelmiyor. Geceleri oturup yıldızları izlediğim, annemden kalan sıkıcı ama bir o kadar da en sevdiği şarabından kokan (nasıl olduğu konusunda en ufak bir fikri
Öyle bir şey ki dört duvar ne kadar dar gelebilirse o kadar dar geliyor. Bahçemdeki çiçekler soldu. Baharı tanımayan ruh halim sanki her şeye yansıyor. Bütün rüzgarlar kavga edermiş gibi esiyor.  Sürükleniyorum. Bilmediğim bir yolda rüzgar üstümde yürüyorum. Kulağımda sevmediğim şarkılar. Ceza veriyorum sanki kendime. Hayır diyorum büyüyeceksin. Dinleye dinleye duymamayı öğreneceksin. Yürüdükçe güçlenecek, sabretmeyi öğreneceksin. Yokluğa alışacaksın. Sevmediğin, istemediğin ne varsa alıştıracaksın kendini. Akşamları içtiğin 2 duble rakının keyfini çıkarabilmek için, içtikçe unutmak için alışacaksın. Öfkeyle kırdığın pencerenin camından giren o keskin soğukla kalbini donduracaksın. Hissetmemek için göz pınarlarını kurutacaksın. Yutkunamadığın her anın için biraz daha içeceksin. İçtikçe gecede biraz daha kaybolacaksın.  Kimler gelmiş sor kalbine. Kimler gidebilir kalbinden düşün. Gri hayatını ne kadar pembeye çevirebilirsin ki? Vazgeç çocuk, alışmak cahilliğin son noktası gibidir