Ana içeriğe atla

Yakışmaz mıydık Gökyüzüne?

 Uzun süredir bazı öfke problemleri yaşadığımı fark ettim. Oldukça çabuk sinirleniyor ve sinirlendikçe kafamın içinde duvarlarda bir şeyler parçaladığımı hayal ediyorum. Ve ne yazık ki sakinleşemiyorum. Bedenemin, ruhumun bu kadar dolu olması çok yorgun hissettiriyor. Sabırlı bi insan hiç olmadım belki ama çocukluğumdan beri sakindim. Büyüdükçe tahammül sınırlarımın fazlasıyla azalmasından mı yoksa insanların üzerimde yarttığı etkilerden mi bu yıpranma payı kestiremiyorum.

Kendime kahve yapmak bile gelmiyor içimden. Yağmur yağdıktan sonra pencerede kalan yağmur damlalarını sayıyorum. Boşlukta kaybolmuş gibi hissediyorum. Yön bilgisini ve hakimiyetini kaybetmiş bir araba gibi yol nereye giderse oraya doğru devam ediyorum. 

Hayatın içinde kendi akışımda değil de bilmediğim birinin akışında gibiyim. Müdahale etmeye kalktıkça, yön vermeye çalıştıkça daha karışıyor her şey. Dokunma ve eleştirel payı bulunmayan yargılarla, hislerle yaşıyorum sanki. 

İnsan ilişkilerinin bozulduğu, insanın başka bir insan üzerinde haddinden fazla hakimiyet kurduğu bir toprak parçası üzerinde savaş halindeyim. Gözlerim dolu, kirpiklerim olabildiğine ıslak. Kalbime düşen her damla, açık yaraya basılan tuz gibi can yakıyor. 

Kelimelerden, konuşmaktan kaçıyorum. Kurduğum cümlelerin bir işlerliği olmadığını ve gerçekte dinleyen tek bir kişinin bile olmadığı hissiyatıyla insanlığa küsüyorum. Küstükçe içimde büyüyen boşluğun içinde kayboluyorum. Öyle ya kendimi bundan bile alıkoyamıyorum.

Arkama yaslanıyor ve bütün huzursuzluğumla kalbimin durmasını ve ani bir ölümü diliyorum. Buna bile cesaretimin olmayışı çoğu zaman kendimle kavga etmeme sebep oluyor. Başarısızlıklar, tatminsizlikler, işe yaradığı hissedememe, hayalini kurduğum şeylere giden yolların toz bulutuna teslim olması..

İntihar mı çözüm? Belki. Belki de değil. Yaşamak istemediğim bir hayatın içinde kapana kısılmış gibi hissetmektense ölümün getirdiği bilinmez özgürlük düşüncesine engel olamıyorum. Tercih noktasında cesaretimin olmayışı beni sadece düşünmekle sınırlandırsa da, kabullendiğim bu düşünceden vazgeçemiyorum. 

Yazamıyor, konuşamıyor ve sürükleniyorum.

Uyanıyorum. Perdeden içeri yansıyan, sabaha karşı maviliği var. İçimde koca bir isteksizlik. Parmaklarımı bile oynatmak istemiyorum. Ruhsal yorgunluğumun bedenimde yarattığı hissizlik duygusu, artık buna devam etmemem gerektiğini söylese de, gün ışığının getireceği yeni problemleri ve bir yığın halinde baş ucumda duran, çözülmeyi bekleyen ancak çözülemeyen daha bir çok sorunu yankılıyo. Tekrar uykuya dalmayı ve hatırlamadığım rüyalarda, koca bir siyahlığın içinde kendimi bulabilmeyi arzuluyorum.

 Benliğimden çok farklı bir yerde bulunan hayat çizgim üzerinde, ipte yürürmüş gibi yürüyorum. Korkuyorum ve tedirginim. Bir adım daha attığımda olabilecekleri düşmeye çalışıyor ve olduğum yerde kalmanın daha sağlım bir adım olacağına inanıyorum. Ne geri gidebiliyor ne de cesaret edip adım atabiliyorum. 

Köşeye sıkışmışlığın getidiği panik ve her şeyden vazgeçme arzusu içimde büsbütün bir orman yangınına dönüşüyor. Bir kaç yazı önce bahsettiğim, çıplak ayaklarla dolaştığım, rüzgarların saçlarımın arasından geçip yapraklarına çarptığı, ağaçlarının gövdelerinden aldığım güçle ıslak topraklarının üzerinde koşabildiğim ormandan bahsediyorum. 

Sevgisiz ve ilgisiz büyüyen çocukluğumun bile bunca sorunun arasında toprak altına gömüldüğü zamanları yaşamak zorunda kalıyor ve buna engel olamıyorum. Kısmı bir kaybolmadan değil, boylu boyunca hayatımın her anını, yaşanmış ve yaşanacak olan her anını daha şimdiden kaybetmiş gibi hissediyorum. 

Yastık kılıflarına sinen tanıdık kokuları düşünüyor ve verdiğim yanlış kararların bugün ki 'ben'i nasıl şekillendirdiği konusunda hayıflanıyorum. İlk önce kendime, sonra aileme ve en sonunda da hayatıma dahil olan herkese kızmaya başlıyorum. Bir kahveyle çözebilirim sandığım sorunların su yüzüne çıkmasına izin veriyorum. ve kavgalarım saat, gün, mevsim fark etmeksizin yine başlıyor. 

Hiç olmazsa evin güzel saatlerinin tadını çıkarabileyim diye kendimi zor da olsa yataktan kaldırıyor ve akşam üstü karşı binanın penceresinden yansıyan güneşin vedasına bırkıyorum kendimi. Her şeyde olduğu gibi bu veda da kendini karanlığa teslim ediyor ve gözlerim.. Gözlerim tekrar tekrar vazgeçiyor dünyanın ona verdiği bu koca karanlığı görmekten. 

Tartışacak bir konu ya da yeni bir sorun kapısı açılsın istemediğim için düşünmemeyi tercih etsem de beynim benimle oyun oynarmışçasına kendi haklılığını ve söz dinlemezliğini savunuyor. Kalbime giden damarları beyin dalgalarımla tıkamaya çalışıyorum. Belki. Belki diyorum böylesini başarabilirim. Belki böylesine aptalca çözümlerin geçerliliği vardır. 

Kaldırım taşlarının arasına sıkışmış hayatların, bir ot gibi savaş verip arasından sıyrıldığı, sonra da adi ve onursuz insanoğlunun üstüne basmasıyla adil olmayan bir sona ulaştığını görüyor gözlerim. Sokak lambalarının dünyanın bütün pisliğini göstermesine kızdığım gibi, kızıyorum kendime de. Haklı bir taraf, adil bir yargılanma süreci istedimse de yapamıyorum. Savaş meydanında kaybettiğim hayallerim, mantığım, hislerim beni zayıf gösteriyor.

Belki sorun budur. Bu hayat için, böyle bir dünya için fazla dayanıklı olmamamdır bütün problem.  Sorunu bulamamak, çözümün imkansızlığını doğuruyor. 


Ve sen sevgilim!

Bugün içtiğin kahvelerden aldığın yudumlar ne kadar yaktı nefesini?

Ne kadar korkuttu her şeyin bitiyor olma hissi?

Çabalarımızın sonuçsuzluğu ne kadar vazgeçirdi seni benden?


söyle sevgilim.

belki hayatım boyunca arayışı içinde olduğum o cümleler dökülür dudaklarından. içimi rahatlatırsın belki çocukluğumun. Sevgisiz ve ilgisiz büyüyen çocukluğumun çiçek açan bahçesi olursun belki.

Sonra mevsimler geçer, güneşin sıcaklığı hayatın soğukluğuna bırakır kendini. Açan çiçeklerim solar, tutunduğum ağaçlar yapraklarını döker, toprak ayaklarımı ıslatmaktan vazgeçer.

Kim bilir,

Belki sen de seversin beni yağmurlar o güzel ellerine düştüğünde.


Duy sesimi, 

şarkı söyle benimle.


Eşlik edebilirsek gökyüzüne, belki tanrı da yakıştırır bizi bu hayata.











Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gülerken Gözleriniz Kısılmasın

Bazen düşünüyorum da en büyük yanlışı ben yapmışım sanırım. Uçsuz bucaksız bir ormanda kaybolmuş gibi hissediyorum kendimi.Yolunu bulamayanlarla aynı havayı soluyorum sanki o ormanda.Her şey birbirine benziyor.Birkaç adımda bir duruyorum.Etrafıma bakıyorum.Kendi çevremde dönüyorum.Tanıdık bir yüz , bir ses arıyorum.Bulamayınca kendi başımın çaresine bakmam gerektiğini anlıyorum.Buraya kadar nasıl geldiğimi hatırlamaya çalışıyorum.Her şey kesik kesik.. Zaman kavramını yitirmiş gibi ne öncesini ne de şimdiyi hatırlayabiliyorum.Korkuyorum.Kandırılıyorum belki de.İnanmam gerektiğini düşündüğüm doğrularım var.Yanlışlanabilir olsalar da bunu yapıcak kimse yok.Yalnız demeye de dilim varmıyor.Öyle de değil aslında.Bulunduğum ortamın, durumun getirilerine maruz kalıyorum.Çaresizim.Elimden gelen şeyleri uygulamaya kalktığımda boşluğa düşüyorum.İster istemez kendimi suçluyorum.Çıkış yolları hep bir şeyler kaybettirir karşılığında.Buna hazırmıyım bilmiyorum. Her başlangıcım bu sefer farklı olaca

E sen bayaa Orospu Çocuğuymuşsun !

Söyle be büyük adam,  ' sayende '  bu kaçıncı 0 (sıfır) ı tüketişim ? Sana ait bütün kelimelerimi tükettim bu gün. Yaptığım en iyi şeyin seni sevmek olduğunu düşündüğüm zamanlara lanet ettim ilk defa. Bunun sebebi sen misin yoksa ben miyim bilinmez. Ama beni hataya sen sürüklemedin,  kendim sürüklendim. Kendim yaptım onca aptallığı. Her defasında inandım.  Güvendim lan güvendim. bu kadar basit miydi seveni kandırmak. Bu kadar mı kolay artık yalan söylemek. Yüzüme bakarken hiç mi için acımadı be adam. Hiç mi gururun yok senin.  Orospu çocukluğu nun bu kadarı da çok fazla. Ben kötü biri değilim. Sadece sessizliği bilirim. Ama artık susmak istemiyorum. İnsanın, sustukça daha da üzüldüğünü biliyorum. Yıprandım. Tükendim. Rüzgarında bi o tarafa bi bu tarafa savruldum. E be vicdansız nasıl yaşarsın sen şimdi o yürekle. Bi de utanmadan, yaptığın onca acımasızlıktan sonra kalkıp bana sevgiden bahsetmez misin.  Ah be oğlum sen ne anlarsın sevgiden, kıymet bilmekten falan. Sen

Kaçmanın Dayanılmaz Hafifliği

 Yazmaya başladığım ilk zamanı hatırlıyorum. Benim için oldukça büyük olan bu kaçış zaman içinde tanımlayamadığım ve kelimelerle ifade edemediğim bir şeye dönüştü. Ürün açıklaması gibi sözcüklerimi anlamsızca ard arda sıralayamazdım tabi ki ama yan yana geldiklerinde de ifade eksikliği doğuyordu.  O zamanlar annemden, babamdan, koca bir aileden kaçarken, şimdi bu kaçışın tek bir insana sirayet etmesi kadar aptalca bişey olamazdı. Önüne geçemedim. Kaçtığım her şeyin yerine koyduğum tek bir insanın bu eksikliğe ve aptallığa sebep olmasını aklım almıyor genel olarak. Bu benim suçum gibi hissediyorum çoğu zaman. Annem her zaman insanları çok sevdiğim ve sarılarak sevgimi gösterdiğim için kızardı. O kadar haklıymış ki sevgimin hiçbir insanda bir karşılığı olmadığını kollarımın arası boş kalınca anladım.  Büyüyünce her şey çok farklı bir hale bürünüyormuş ve ben bunu çok geç fark ettim. Ne kadar akıllandığım konusunda kendimle hala ortak bir paydada buluşabilmiş değilim. İnsan akıllandığını