Ana içeriğe atla

Paralel Evrenlerde Kararsızlık

Bu zamana kadar sahip olamadığım şeyleri mi sevdim yoksa sevdiğim şeylere mi sahip olamadım bilmiyorum. Bunu zaman içinde anlamaya çalışırken fark ettim ki zaman herkes ve her şey için akıyormuş. Kaybettiğim şey aslında zamanmış. Her şeyi sindirebilirdim belki ama zamansal problemlerin yarattığı duygusal tahribatlarla başa çıkamıyorum.

Sabah uyanır uyanmaz kendimi ödüllendirmek adına kahve yapıyorum. Hava dünden daha soğuk. Gökyüzü grinin ve mavinin en bunaltıcı yönlerini almış kendine. Dün geceden kalan playlist, sarhoş bir insanı andırarak sabahın ilk ışıklarında dahi çalmaya devam ediyor. Üstümdekilere bakmaksızın evin verandasına adım atıyorum. Soğuk kollarımı ısırıyor sanki. Yüzüme çarpan rüzgar, ormanda çekilen kaçış sahnelerini hatırlatıyor. Hissediyorum, üşüyorum, iliklerime kadar çarpıyor ama ne var ki aldırış edesim gelmiyor. Geceleri oturup yıldızları izlediğim, annemden kalan sıkıcı ama bir o kadar da en sevdiği şarabından kokan (nasıl olduğu konusunda en ufak bir fikrim yok) sallanan sandalyeme yerleşiyorum.

Geceden kalmalığına söylenerek çaldığım playlistimden hiçbir farkım yok. Ağır geçen bir gecenin ardından kendime gelemeyişime bahaneler bulmak bile istemiyorum. Yeterince bahane bulunmuş, aklın ve kalbin almayacağı cümleler kurulmuş ve olan her şeyin saniyeler içinde kabul edilmesi beklenmişti. Rüya görmüş olmayı dilerdim ama ne yazık ki değildi. Olmadı. Bir şey daha zamansız, haksız (belki de haklı)  sebeplerden bitti. Kabullenememe kısmından bahsetmiyorum bile. Bunca zaman kendini koskoca bir yalana inandırarak mutlu olmaya çalışmış ama girdiği labirentin bir çıkışı olmadığını anlayınca köşeye sıkışmış hisseden çocuk gibiyim. Ne olduğu önemli değildi o an. Ne hissettim, hissettiğimi ne kadar kabullenebildiğim önemliydi. Öyle sanıyorum ki zaten bunları yapamadığım hatta ve hatta yapamayacağım için kendimi bu soğukta verandada oturarak cezalandırıyorum. Kahvemi yanımda duran benden hallice ama daha duygu yüklü olduğunu düşündüğüm sehpaya bırakıyorum. Rüzgar, gecenin kavgasını hala sırtında taşıyormuşçasına yüzüme çarpıyor.

Durumu belliydi. Kabullenebilmişmiydim bu durumu bilmiyorum. Hayatımın en güzel köşesiydi sanki ama en zor kararıydı da aynı zamanda. Doğrusunu ya da yanlışını tartışacak açık bir kapı bırakmadım o yüzden kendime. Her şey bir yana hissettiğim şeyin doğru ya da yanlış olmasından çok nasıl hissettirdiğiyle ilgilendim. Söylediğiniz, söylemek istediğiniz, düşündüğünüz ya da düşünmekten bile korktuğunuz şeyler...
Umursamamaya çalışıyorum.
En kötü tarafıysa, fazlasıyla eksiksiniz. Bir şeyler yapmak istediğinizde asla sizinle beraber olamıyor. Olamayacak da. Özel günlerinizde, üzüldüğünüzde, mutlu olduğunuzda, ağladığınızda, kızdığınızda, çiçek ekmek istediğinizde, lego yapmak istediğinizde, alışverişe gittiğinizde, beraber yemek yapmak istediğinizde, hastalandığınızda hatta... Yanınızda olmuyor. Olamıyor. Olamayacak da.
Mide bulandıran kısmı ise paylaşmak zorunda olmanız. Hayattan nefret etme noktasına gelirsiniz. Aklınızda soru işareti kalmasın diye söylüyorum; gün içinde etrafa saçtığınız nefret söylemleri gibi bir şey değil bu. Aşırı bir nefret. Kusmak istersiniz. Yine yine yine.... ve yine hiçbir şey yapamazsınız.


Bu kadar şeyden sonra nasıl mutlu hissedebiliyorsun sorusunun da bir cevabı yok aslında. Öyle havada bir his ki... Asla yetmiyor ama durumun mecburiyetinden olsa gerek, size kalanlarla mutlu olmayı başarıyorsunuz.


Çoğu zaman kendinize anlam veremeyebilirsiniz. Yaptığınız şeylere mantık çerçevesinde bahaneler bulmaya kalkabilirsiniz. Yapmayın. Çünkü sandığınız gibi bir sonu yok bunun. Düşündüğünüz, kurduğunuz hayaller gibi gitmeyecek hiçbir şey.
Hadi gidelim buralardan noktasına geldiğinizde yapmanız gereken tek şey bitirmek olacak. Bitirmek diyorum evet, çünkü bu noktada aksi mümkün olmayan bir cevap beklemek aptallık. Karşı tarafı bırakamayacağını anladığın noktada zaten istesen de gitmeyecek. Tercih aşamasında tercih edilen taraf olamayacaksınız maalesef.

Ne zor.


İçinde olduğu hayatınızı onsuz yaşamak zorundasınız ve bu...
dev ahmaklık.
dev geç kalınmışlık.






Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

E sen bayaa Orospu Çocuğuymuşsun !

Söyle be büyük adam,  ' sayende '  bu kaçıncı 0 (sıfır) ı tüketişim ? Sana ait bütün kelimelerimi tükettim bu gün. Yaptığım en iyi şeyin seni sevmek olduğunu düşündüğüm zamanlara lanet ettim ilk defa. Bunun sebebi sen misin yoksa ben miyim bilinmez. Ama beni hataya sen sürüklemedin,  kendim sürüklendim. Kendim yaptım onca aptallığı. Her defasında inandım.  Güvendim lan güvendim. bu kadar basit miydi seveni kandırmak. Bu kadar mı kolay artık yalan söylemek. Yüzüme bakarken hiç mi için acımadı be adam. Hiç mi gururun yok senin.  Orospu çocukluğu nun bu kadarı da çok fazla. Ben kötü biri değilim. Sadece sessizliği bilirim. Ama artık susmak istemiyorum. İnsanın, sustukça daha da üzüldüğünü biliyorum. Yıprandım. Tükendim. Rüzgarında bi o tarafa bi bu tarafa savruldum. E be vicdansız nasıl yaşarsın sen şimdi o yürekle. Bi de utanmadan, yaptığın onca acımasızlıktan sonra kalkıp bana sevgiden bahsetmez misin.  Ah be oğlum sen ne anlarsın sevgiden, k...

mutlak mutluluk

bu ara pek mutluyum lan gerçi dersleri saldım gidiyo defter kitap yalan oldu dağaldık. kartalcell çıktı geçmek lazım konuşuyosak aşkımızdan falan yani şu sıralar ortamlar pek iyi ne iş anlamadım (: dershaneye test çözmeye gidiyoruz sınıfa uğramadan eve geliyoruz annemde pek rahat kadın alıştı tabi bişi demiyo bıktım lan okuldan sırf sabah ve çıkışlarda dumanlanmak için gidiyorum ortam olsun makara olsun başka bişey değil neyse nikotinin dibine vurmaktayım aç karnınada pek iyi gidiyorki sorma zevki sonum hiç iyi değil patlicam bi günde hadi hayırlısı. karmaşık duygular içindeyim özlem duygusu ağır basmakta tabi kaç gündür sonunda bi görebildim oda görmekse tabi özlüyorumm abi özlüyorum ama umrundamı değil neden? soruyorumda bi cevap yok karmaşaya sokmaktan başka bişey değilsin D* neyse nikotine devam ..

o2.36 *

oyunun adı aşk kan ve gül sen katilsin bense maktül.. istediğin gibi yazıp yönettiğin oyunda başrol oynamak.. daha mutlu olabiliceğim başrol tekliflerini reddederken gelebiliceğim son noktayı hiç düşünmemiştim. sen yazdın. sen yönettin. oyunun bitiminde oyuncu ağlasada sen mutlu oldun.. evet. çünkü başarmıştın. her şey istediğin gibi gitmiş, büyük kazançlar sağlamıştın. bulduğun o saf , aptal aşık oyuncuyu hiç düşünmemiştin. tıpkı kendi sonumu düşünmediğim gibi. Günler geçtikçe daha da bulanıyor renkler. resmimi tamamlayamamaktan korkuyorum. fırçamdaki ıslaklığın ; kendini eskimiş , işe yaramaz bir hale getirmesinden, paletimdeki renklerin yıllanmışlığının bozulmasından, sonrada hayalimi alacalı bir çıkmaza sokmasından korkuyorum. ama tualimi ve renklerimide bir o kadar seviyorum.. Şimdi tualimimi mi tamamlamalıyım ; yoksa öylece bırakıp başkasının en güzel haliyle tamamlamasını mı beklemeliyim ? ne dersiniz , hangisini başarabilirim ? bilemiyorum..